Hayat Bir Şarkı Olsa…
Hayatı bir şarkı gibi yaşamak sanırım harika bir şey olurdu. Ritmiyle, melodisiyle ve aslında anlattığı sizin öykünüzle…
O öyküye ruh katan melodi, bazen davullarla coşup, bazen keman ile ince ince yüreğinizi seslendirse, bazen de duyulması güç bir tınıda bir şeyler fısıldasa…
Derinlerinizdeki çığlığınızı, hüznünüzü ya da yanlızlığınızı anlatsa ya da…
O bizim öykümüzü anlatsa, sessiz ve sözcüksüz ama bir dolu şeyi yüreğimize eş hissettirse… O melodinin tamamında kendi öykümüzü bulabildiğimiz bir şarkı olsa…
Hayatınız bir şarkı, bir melodi olsa hangisi olurdu? Ne hissettirirdi size?
Hayatı bir şarkı gibi yaşamak… Ama o şarkının bir yerine takılı kalmadan… Başa alıp alıp durmadan… Müzik bizi nereye götürürse, sürüklenip, kendimizi alıkoymadan, aynı hayat gibi bırakabilir miyiz ritme ve ritmin bize yaşattıklarına?
Müziğe kendimizi bıraktığımız gibi dans etmeye başlar mıyız peki sonra? İçimizden geldiği gibi… Ezberlediğimiz figürleri bir kenara bırakıp… Hissettiğimiz gibi… Acaba saçmalıyor muyum demeden… Gözlerimiz; bize bakan gözlerin ne düşündüğünü umursar bir halde dışarıya dönük olmadan… Hatta gözlerimiz olmasa…
Kapatın gözlerinizi… Elleriniz hareket etsin, salının ve içinizdeki tempoyla melodiye bırakın kendinizi… Kontrol etmeden o hareketleri… Sağa üç “Hayat Bir Şarkı Olsa…” yazısını okumaya devam et →